Erdoğan Baltayı Taşa Vurdu

Erdoğan Baltayı Taşa Vurdu

T.C. Devleti ile HDP Heyeti, 28 Şubat 2015’de Dolmabahçe Sarayında bir araya geliyor, Başbakan yardımcısı Yalçın Akdoğan’ın deyimi ile “tarihsel” bir açıklama yapılıyor. Açıklamayı yapan HDP İmralı Heyeti, ev sahipliği yapıp onay veren de Devlet Heyeti.

Aradan bir kaç hafta geçiyor, Cumhurbaşkanı Erdoğan; “Ben oradaki toplantıyı doğru bulmuyorum. Çünkü bu toplantıda hükümetin başbakan yardımcısıyla şu anda parlamento içinde olan bir grubun yan yana fotoğraf vermesini doğru bulmuyorum. (…)  Açıklanan 10 maddelik metne gelince; o metinde bir demokrasi çağrısı yok”…

Ardından bir başka vesileyle; “İzleme heyetine sıcak bakmıyorum. Mesele bilgi almak, mesaj vermekse bu zaten yapılıyor. Adaya böyle bir ekibin gitmesini yanlış buluyorum. 15 kişi gitsin, 10 kişi gitsin, bu ayrı bir felakettir. Dolayısıyla bu adım tehlikeli bir adımdır”…

En son 28 Nisan’da yumurtladığı söylemler ise şöyle: “Kürt sorunu var demek artık ayrımcılıktır. Sorun diyebileceğimiz artık ne kaldı? Çözüm sürecini sadece Kürtler için almak doğru olmaz. HDP illegal yollarla işimizi sıkıntıya soktu. Karşı karşıya oturulan bir masa yok. Olması devletin çöküşü demektir.”

Erdoğan her halde PKK’nin alel acele Kongre toplayarak T.C. Devletine karşı silahlı mücadeleyi durdurduğunu açıklamasını bekliyordu. Daha önce de değindik. AKP, Dolmabahçe Açıklamasından böyle bir sonuç çıkarmayı umdu ama PKK, KCK yetkilileri ve A. Öcalan, bu nitelikte bir Kongre toplama kararını, açıklanan 10 Maddelik programın uygulanmasına bağlı olarak değerlendirileceğini defalarca açıkladı. Dolayısıyla, AKP’nin planı tutmadı, Erdoğan baltayı taşa vurmuş oldu. Bu noktadan sonra Erdoğan’ın amacı belli. Kürt Ulusal Sorununun çözümü konusunda atılacak adımları kendi seçim çıkarları için kullanamayacağını anlayınca bütün söylemlerini ters yüz etti ve provokasyon çağrısı yapmış oldu.

Ancak olay sadece seçim endeksli bir konu değil. Seçimlerle bağlantılı yanı sadece madalyanın bir yüzü. Diğer yüzü ise Kürt Ulusal Sorunu’nun toplumsal ve sınıfsal bir sorun olarak çözülmesinin burjuvazi açısından, emperyalist uluslararası güçler tarafından yarattığı sorun. Eğer bağımsız bir “Kürt-İslam” devleti, yani “Müslüman İsrail” çözümü masada olsaydı uluslararası Emperyalist güçlerin yaklaşımı da farklı olurdu. Türkİslam Sentezci T.C. Devleti “memleket elden gidiyor, bölünüyor” naraları atsaydı dahi, bağırta bağırta onlara bunu Kabul ettirirdi. Fakat Kürt Özgürlük Hareketi, uluslararası Emperyalist odakların tezgahına gelmedi. Türkiye’nin demokratikleştirilmesi yolu ile Kürt Ulusal Sorununun birlikte yaşama tercihi temelinde bir çözüm ve mücadele geliştirdi. Asıl sorun da bu noktada başlıyor.

(…) Peki AKP ve Tayyip Erdoğan acaba bu söylediklerine inanıyor mu? Biz inandıkları kanaatinde değiliz. Unutmayalım ki, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Belediye Başkanı iken hazırlattığı Kürt raporunda “Kürdistan” kavramı var, “Kürdistan’a federasyonun verilmesinden” söz ediliyor. Yine 2005’de Diyarbakır Meydanı’nda Kürt sorunu ve çözümü için söylediklerini herkes biliyor.

O halde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Kürt halkının varlığını bilmediğini ve kabul etmediğini kimse söyleyemez. Eğer Kürt sorununun önü çözüm yönünde açık olsaydı, o zaman Tayyip Erdoğan 2005 güzünden itibaren “Kürt sorununun çözümüne dayalı” politika yapacaktı. Ama baktı ki, iç ve dış kapitalist sistem güçleri nezdinde Kürt sorununun çözümünün önü kapalı, (altını biz çizdik), işte o zaman bu temelde politika yapmaktan vazgeçti.

Yani Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın söz ve davranışları politiktir. Özellikle Ergenekoncularla ilişkilerini düzeltip iktidarının ömrünü uzatma amaçlıdır. Bu nedenle aslında inanmadığı şeyleri halkı aldatma amacıyla söylediği için, ifadeleri çelişkili ve üslubu da hırçın ve de biraz çılgındır. (…)” Özgür Politika 05 Mayıs 2015 / Adil Bayram

Adil Bayram’ın kaleminden bu alıntıyı vermemizin bir sebebi var. Çünkü dile getirdiği bakış açısı, meselenin en belirleyici boyutu. Bu düşünceyi biz savunsak “siz her şeyi sosyalizme erteliyorsunuz” iftirası ile suçlanacağız. Halbuki konu Kürt Ulusal Sorununun çözümünün ertelenip ertelenmemesi meselesi değil. Mesele Ulusal Sorun olarak adlandırdığımız toplumsal sorunların da sınıfsal sorun olduğunun bilince çıkmasına işaret edilmesindeki isabettir. Kapitalist-Emperyalist sistem kendi sınıfsal çıkarına hizmet etmeyen hiç bir sorunun çözümüne eyvallah demez. Bunu görülmesi gerekir.

Bu şu anlama da gelmemeli. Kapitalizm sınırları çerçevesinde diğer bazı toplumsal sorunlar gibi bu sorunda da iyileştirmeler elde edilebileceğini veya mevziiler kazanılabileceğini inkar etmiyoruz. Ama ham hayallere ve sınıfı, ezilen halkları bu ham hayaller peşinde oyalamaya da artık bir son vermek gerekir. Biz tüm bu sebeplerden dolayı bu sürece başından itibaren “sözde çözüm süreci” dedik.

Şimdi tüm güçlerimizi 7 Haziran 2015 seçimlerinde AKP’nin gerici, milliyetçi, din istismarcı, faşizan, işçi – emekçi düşmanı, halkları sömüren ve bölen politikalarına son vermek için geriletme amacına odaklamalıyız. Burjuvazi’nin ezilen, işçi, emekçi, geniş halk yığınlarının karşısında nesnel olarak olmaması gereken desteğini hayatın gerçek pratiğinde onlara hissetirmeliyiz. Bu anlamda HDP ne denli başarılı olursa sözde çözüm sürecinin de gerçek bir Barış ve Demokratikleşme Süreci’ne evrilmesi ve Kürt Ulusal Sorununun çözümünde somut adımlar atılması o denli olanaklı olur.