Kürt Ulusal Demokratik Hareketi’nin Devrimci Hamlesi

Kürt Ulusal Demokratik Hareketi’nin Devrimci Hamlesi

HPG

Savaş kızışarak yayılıyor. Savaşı kimin başlattığı artık önem arzetmiyor. Bunun değerlendirmesi sonra yapılacaktır. Şu kesindir ki, Dolmabahçe Mutabakatı sonucunda o mutabakatı yok sayan, 7 Haziran seçimlerinde yenilen devlet güçleri bu savaşı başlatmışlardır. Daha da geriye gidersek, bu savaş, 17-25 Aralık sürecinde Erdoğan’ın kendini ve iktidarını kurtarmak için Devlet güçleri ve TSK ile girdiği uzlaşmanın ürünüdür. Bu uzlaşmaya rağmen, Erdoğan, sözde barış sürecinden kendi cephesine yarar sağlayacağını planlarken, bu planın tutmadığını görünce düğmeye bastı. Devlet ve askerler de Erdoğan’ın hayal ürünü öngörüsünün sonucunu beklediler, kendisini sıkıştırmadılar. Çünkü,iddia ettiği gibi PKK’ye silah bıraktırıp likide etseydi onlar açısından da bir sorun yoktu.

Savaşı tetiklemek için nasıl yöntemler uygulandı, provokasyonlar mı yaratıldı, Ceylanpınar örneği ele alındığında farklı yorum, çelişkili açıklamalar, hatta suçlamaların olduğu bir gerçek. Fakat bunların artık hiç bir önemi yoktur. Belirleyici olan devletin dialog ve müzakere sürecini bilinçli olarak bitirdiğidir. Yayınlanan tutanaklara bakıldığında, bu olasılığın Abdullah Öcalan tarafından da aylar öncesinden değerlendirildiği, herşeyin kendisiyle ve mücadeleyi fiilen yürüten yönetim kademeleri ile değerlendirilerek, bütün ayrıntılarına kadar görüşülüp planlandığı bir süreçte, sürecin yok sayılması durumunda kendisinin müdahil olmayacağı, ölmüş bilinmesi gerektiği ve savaşın kızışacağı vurgusudur. Buradan çıkan sonuç şudur; Diyalog ve Müzakere Süreci ile Barış’ın tesis edilmesi için bütün olanakları sonuna kadar değerlendirdik. Bu da yok sayılırsa, karşı tarafın niyeti kötüdür ve gelişmeleri savaş belirleyecektir.

Bu nedenlerden dolayı gereksiz tartışmalar yaratmanın anlamı yoktur. Hele Kürt Ulusal Demokratik Hareketi adına muhakemede bulunmak tamamen yersizdir. Baskı altında olan, imha edilmek istenen, bütün görüşme süreçlerini bire bir somut olarak yaşamış bir hareket kendi kararlarını da verme özgürlüğüne ve hakkına sahiptir. Bütün bu süreçle ilgili bilgi ve şahitlikler de, bizzat devletin muhatabı olan Kürt Ulusal Demokratik Hareketi’nin elindedir.

Konunun diğer bir yanı, Türkiyeli devrimci örgütlenmelerin, Kürt Ulusal Demokratik Hareketi’nin verili durumda başlattığı devrimci hamlenin, Türkiye’de devrimci mücadeleye zarar verdiği yönündedir. Bu görüşe itirazımız var. Birincisi; KUDH’i bu hamleyi her şey yolunda ilerlerken başlatmadı. Düşmanın saldırıları karşısında savunma amaçlı başlatmak durumunda kaldı. İkincisi; Savunma amaçlı hamle, saldırı nitelikli bir hamleye dönüşmezse sonuç alıcı olamaz. Düşmanın belirlediği çerçevede sıkışır kalır ve KUDH’ne zarar verir. Üçüncüsü; Hiç bir devrimci gücün KUDH’ne akıl vermek, hele hele hiza vermek gibi bir görevi yoktur, olamaz. Dördüncüsü; Türkiye Devrimci Hareketi bu devrimci hamlenin kendi saflarında değerlendirmesini doğru yaparsa, bu kıvılcımın Kürdistan dışındaki bölgelere sıçramasını da sağlayabilir. Bu konuya kafa yoracağına, eleştiri okunu KUDH’ne yönlendirmesi anlaşılır bir tavır değildir.

Lenin der ki; ”Ayaklanmayla asla oyun oynama, ama bir kez onu başlatın­ca, sonuna kadar gitmek zorunda olduğunu tam olarak bilmek zorun­dasın. Tayin edici yerde ve tayin edici anda büyük bir güç üstünlü­ğü yoğunlaştırılmak zorundadır, çünkü aksi takdirde daha iyi eğitil­miş ve örgütlenmiş olan düşman, ayaklanmacıları yok edecektir. Ayaklanma başlar başlamaz, en büyük kararlılıkla davran­mak ve her halükârda ve mutlaka saldırıya geçmek gerekir. 'Savun­ma, silahlı ayaklanmanın ölümüdür.' Düşmanı gafil avlamaya ve birliklerinin dağınık olduğu anı yakalamaya çalışmak gerekir. Küçük de olsa günbegün (eğer bir şehir sözkonusuysa, her saat de denebilir) başarı kazanmak ve bu sayede ne pahasına olursa ol­sun 'moral üstünlüğü' korumak gerekir." (Bkz. Lenin, Tüm Eserler, C. 21, S.408. Rusça)

KUDH’nin uyguladığı bu Leninci yaklaşımdan başka bir savaşım yöntemi değildir. Ve KUDH bu koşullarda kimin ne yorum yapacağını, Kürdistan’daki sivil halk dahil, Türkiye’de değişik bölgelerde halkın nasıl değerlendirme yapacağını dikkate alamaz. Bu bir savaştır. Devletin imha saldırısına karşı savunma ile başlayan ve saldırıya dönüşen, sonuç almaya yönelik bir stratejidir. KUDH’i uluslararası koşulları, Orta-Doğu’daki durumu ve Türkiye’nin geçtiği süreçleri, güçler dengesini, olası sonuçları ayrıntılarıyla hesaba katarak bu kararı vermiş olmalıdır. Bundan başkası da bu denli deney sahibi savaşçı bir örgütlenmeden beklenemez.

Devrimci hamle stratejisi sadece sonul amaca odaklanmış bir strateji olmayabilir. Bir hamlede savaş yöntemiyle sonuç da alınamayabilir. Ancak bu devrimci hamle devleti tekrar farklı bir yaklaşımla diyalog ve müzakere politikasına yönlendirebilir. Kaldı ki, savaşı başlatan devlet olmuştur ve kimse de KUDH’nden boynunu uzatıp, “gel baltayı vur” demesini beklememelidir.

Ankara’da gerçekleştirilen fedai eylemlerini değerlendirirken de bu bütünsellik içinde ele almalı ve bu eylemlerin Kürt gençliğinin içinde bulunduğu ruh halini, mücadele azmini, kendini feda etme bilincini bize anlatmasına katkıda bulunmalıdır. Kürdistan’da yaşanan vahşi terörün boyutlarını ve onun bu tür yansımaları olacağını anlamak zorundayız.

Mücadele sürecinde hata olmaz mı, olabilir. Ancak her hata veya başarının tartışılacağı doğru bir zaman, ortam ve muhatapları vardır. Kaldı ki, KCK’nin üst düzey yöneticileri kimi açıklamalarında son sekiz ayda yürütülen savaş, ilçelerde ilan edilen öz yönetimler, savunma amaçlı alınan önlemler, YPS güçlerinin durumu ile ilgili özeleştiri ve düzeltme de içeren noktalara da değiniyorlar. Türkiye’nin devrimci güçleri ile uyumu geliştirecek adımlar atıyorlar. Karşılıklı görüş alış verişlerinde ve bilgilendirmelerde bulunuyorlar.

HPGBu bağlamda, söz konusu eleştirileri getiren Türkiyeli devrimci hareketlerin 7 Haziran seçimleri öncesi yaklaşımlarına bir göz atmak gerekir. Maalesef, 7 Haziran öncesi HDP’yi desteklemeyen güçlerdir bugün bu eleştirileri getirenler. Bu hareketler 7 Haziran başarısı sonucu tavırları değişmiş 1 Kasım seçimlerine yönelik HDP’yi desteklemişlerdir, ancak bunun nedeni HDP etrafında oluşan devrimci-demokratik oy ve destek potansiyelini görmüş olmalarından kaynaklanmaktadır. Kendileri daha fazla küçük burjuva bir tabana dayanan bu hareketler, bir çıkış ve demokratikleşme olgusu olarak görmeye başlamak zorunda kaldıkları HDP’yi de destekleme zorunluluğunu görmüşlerdir. Ne ki, mücadele sadece barışçıl ortamlarda yürümüyor. İnişli-çıkışlı, kimi dönemlerde görece demokratik, kimi zaman da sert mücadele yöntemlerini içinde barındırıyor. Barışçıl ortam bozulduğu için ve dayandıkları taban bunun sebeplerini doğru irdeleyemediği için faturayı mücadele eden, direnen, bedel ödeyen hareketlere çıkarmak pek de doğru bir yaklaşım olmasa gerek.

KUDH’nin genel anlamıyla devrimci bir nitelik taşıdığı, sınıf mücadelesi açısından da anti-emperyalist, anti-kapitalist, demokratik, toplumsal ilerleme yönünde sınıfsal özellikler taşıdığını görmek ve algılamak zorundayız. Nitelik bu ise, Türkiye’de devrimci sınıf mücadelesi ile arasındaki bağı da kurmak zorundayız. İdeolojik anlamda Türkiye halklarının milliyetçi, şoven, burjuva devletine bağımlı karakterini değiştirmek için, birinci planda işçi sınıfı ve yoksul emekçiler arasında çalışmalar geliştirmek Türkiyeli devrimci güçlerin en önemli görevlerinden biridir. Bu görev salt Kürt halkının mücadelesinin anlaşılması için değil, Türkiye devriminin örgütlenmesi açısından da Türkiyeli devrimci sınıf güçlerinin ana görevidir. Bu bakış açısıyla yaklaşıldığında, eleştirmek yerine, biz neyi eksik yapıyoruz sorusunu kendimize sormak daha doğru olacaktır. Unutmayalım ki, Türkiye’de devrimci sınıf mücadelesinin gelişmesi ve yükselmesi, Türkiye’de sosyalizmin tesisi, Türkiye işçi sınıfının devrimci hareketi ile Kürt ulusal demokratik hareketinin birleşik mücadelesi ile mümkün olacaktır. Komünistler ve sosyalistler dışında, Türkiye’de toplumsal ilerlemeyi savunan devrimci-demokratik güçlerin, sosyal demokratların, anti-kapitalist dindarların, bu olguyu bilince çıkarmaları ve ona koşut mücadeleler içine girmeleri en başta Türkiyeli komünistlerin görevidir.

Bilen yoldaşın bir sözü ile bitirelim; “Sınıf savaşımı İzmir’in Kordon boyundaki düz kaldırımlara benzemez”.