Sendikal Çalışma Üzerine

Sendikal Çalışma Üzerine

Sendikaların durumu ve komünistlerin sendikal çalışmalara yaklaşımı konusu ülkemizde uzun yıllardır tartışılan bir konu durumundadır. Bursa otomotiv ve metal işçilerinin direnişi ile bu tartışma tekrar alevlendi. Konu, bizim saflarımızda ve çevremizde de yoğun bir şekilde tartışılan bir konu olduğu için, partimizin bu konudaki yaklaşımını tekrarlama zorunluluğu doğdu. Yürütülen tartışmalara katkıda bulunur ve komünistlerin yaklaşımını netleştirmesi anlamıyla partimizin sendikal politikasını özetlemeye çalışacağız.

Bilindiği üzere Marks ve Engels’den başlamak üzere, daha sonra da Lenin, işçi sınıfının ekonomik mücadelesi açısından sendikaların önemi konusunda önemli tespitler yapmışlardır. Bu tespitlerin başında, işçi sınıfının politik örgütü olan Komünist Partisi’nin işçi sınıfının siyasi mücadelesini örgütleme görevinin altı çizilirken, sendikaların ise işçi sınıfının ekonomik mücadelesinin örgütleri olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca, sendikaların her görüşten ve siyasi eğilimden işçileri kapsadığı, yine sendikaların en geri bilinç düzeyinden, en ileri bilinç düzeyine kadar, tüm işçileri kapsayan bir örgütlenme olduğu vurgulanmıştır. Sendikaların, işçilerin sınıf bilincini kendi öz mücadele deneyleri ile kazanmaları için önemli bir örgütlenme olduğu her aşamada belirtilmiş ve sosyalist devrim mücadelesinde sendikaların önemli rolü değerlendirilmiştir.

Yine aynı şekilde, burjuvazinin, bu öneminden dolayı sendikaları niteliksizleştirmek, kendi amaçları için kullanmak, bölmek ve en önemlisi Komünist Partisi politikalarından uzak tutmak için her yolu denediği ayrıntıları ile ele alınmıştır. Bu çerçevede, “apolitik ve tarafsız sendikacılık”, “işyeri sendikası”, “Amsterdam sendikacılığı” ve günümüzde “sarı sendikacılık” olarak adlandırdığımız uzlaşmacı sendikacılık anlayışının o dönemlerdeki yansımalarına karşı ideolojik ve politik mücadele verilmiş, komünistler açısından örgütsel çalışma yöntemleri geliştirilmiştir. Özellikle Komintern’in IV.Kongresinde konu ayrıntıları ile tartışılmış ve gerek kapitalist ülkelerde gerekse o dönemde kuruluş aşamasında olan Sovyet Sosyalizmi sürecinde sendikaların farklı görevleri değerlendirilmiştir, kararlar alınmıştır.

Komintern IV. Kongresi kararlarına temel teşkil eden tezlerde Komünist Partileri ile Sendikal örgütlerin aralarındaki fark şöyle tespit ediliyordu; “Komünist Parti, proletaryanın öncüsü, proletaryanın kapitalist boyunduruktan nasıl kurtulacağını kavramış ve bu nedenle komünist programı bilinçli olarak kabul eden kesimdir. Sendikalar, verili sanayi dalındaki tüm işçileri, sadece bilinçli komünist işçileri değil, aynı zamanda günlük yaşamlarının derslerinden öğrendikçe komünizme yavaş yavaş yaklaşan proletaryanın orta ve hatta en geri tabakasını da kapsamayı hedefleyen proleter kitle örgütleridir. Proletaryanın iktidarın zapt edilmesi mücadelesini önceleyen dönemde, bizzat bu mücadele döneminde ve iktidarın ele geçirilmesinden sonraki dönemde, sendikaların rolü, birçok bakımdan çeşitlilik göstermektedir. Ancak sendikalar her zaman için daha büyük kitlelere ulaşan, partiden daha geniş ve evrensel örgütlerdir; partiyle karşılaştırıldığında, bir dereceye kadar merkeze nazaran çevre rolünü oynarlar.... Mücadelenin her üç safhasında da sendikalar, proleter mücadelenin tüm aşamalardaki önderi olan proletaryanın öncüsünü, komünist partiyi desteklemelidirler. Bu hedefe ulaşmak için komünistler ve komünistlere sempati duyan unsurlar, sendikalar içinde komünist hücreler örgütlemelidirler; bu hücreler her bakımdan bir bütün olarak komünist partiye bağlı olacaktır.... Komünistler, kurtuluşun eski sendikaları terk ederek ve örgütsüz kalarak değil, ancak sendikaları devrimcileştirerek, reformizm ruhundan ve kalleş reformist önderlerden kurtararak ve sendikaları devrimci proletaryanın gerçek dayanağı haline dönüştürerek sağlanabileceğini proleterlere açıklamalıdırlar.

Bu tespitten yola çıkarak, Komünist Parti ile Sendikalar arasındaki ayrımı iyi anlamak gerekiyor. Sendikalara, Komünist Partilerin rolünü yüklememek, beklentilerimizi bu kıstasa göre ayarlamamız gerekiyor. Bu tür yapılarda, sendika yönetimlerinin de saf komünist sınıf politikaları doğrultusunda bir bileşime sahip olamayacakları, tabanlarındaki bileşimin sonucunda yönetimlerde de farklı eğilimler ve tek tek yöneticiler arasında sınıf bilinci açısından farklılıklar olacağını anlamamız gerekiyor. Komünistlerin sendikalardaki görevleri ve çalışma ilkeleri de bu gerçeğin ışığında değerlendirilmelidir.

Komintern’in tezleri bu önemli konuya şu şekilde açıklık getiriyor; “…komünistlerin başlıca görevi, tüm sendikalarda işçilerin çoğunluğunu kazanmak için, sendikalardaki mevcut gerici ruh halinin cesaretlerini kırmasına izin vermemek için, tüm karşı koymalara rağmen günlük mücadelelere en aktif katılımla sendikaları komünizme kazanmak için, ısrarla, inatla ve enerjik olarak çalışmaktır. Her komünist partinin gücünün en iyi ölçütü, sendikalardaki işçi kitleler üzerinde gerçekten gösterdiği etkidir. Parti, sendikalarda, onları dar kafalı bir denetime tâbi tutmaksızın belirleyici bir etki sağlamayı öğrenmelidir. Parti otoritesine bağlı olan aslında sendika değil sendika hücresidir. Parti, ancak hücrelerin sendikalar içindeki sabırlı, adanmış ve zekice çalışmaları aracılığıyla, bir bütün olarak sendikaların kolayca ve memnuniyetle parti tavsiyelerini izlediği bir durumu oluşturabilir…

Sendikalarda söz konusu edilen etkiyi göstermek, sendikalarda parti hücrelerini oluşturmak ise istek ve arzu ile oluşabilecek ısmarlama bir eylem değildir. Sendikalarda bu duruma gelebilmek öncelikle fabrikalarda, tersanelerde, enerji santrallerinde, havalimanlarında, limanlarda, bankalarda ve bilişim sektörünün uygulama alanlarında tabanda güçlü parti çalışmaları örgütlemek ile mümkündür. Fabrikalar Komünist Partisi’nin devrimci kaleleri olmalıdır ilkesini partimizin Genel Sekreterlerinden İ.Bilen yoldaş “Fabrikalar Kalemizdir !” belgisi ile somutlamıştır. 12 Eylül 1980 öncesi, partimizin işçi sınıfı ve bunun doğal bir sonucu olarak sendikalardaki etkinliğinin sırrı bu ilkenin içinde gizlidir. Fabrika ve saydığımız diğer üretim ve çalışma alanlarında gerçekleştirilen parti çalışması yoluyla oluşan parti hücrelerinin gelişmesi, bu parti hücrelerinin o işletmelerdeki sendikal çalışmada sağladığı katkı ile elde edeceği etkinlik, bunun sonucunda işyeri sendika örgütlenmeleri sonucu seçilen delege ve temsilciler yoluyla sendika şube ve bölge temsilciliklerinde sağlanacak etkinlik, iş kolu sendikalarının yönetimlerine, oradan da sendika konfederasyonlarının bileşim ve yönetimine kadar uzanan bir etki sağlayacaktır. Söz konusu etki, komünist sınıf politikalarının etkisi anlamındadır. Değilse “sendika yönetimlerini ele geçirmek” gibi bir anlayış komünistlerin anlayışı olamaz. Sendika yönetimlerinin tabanda, işçi sınıfı içinde yürütülecek çalışmalar ile şekillenmesini, komünist politikaların, sınıf sendikacılığı ilkesinin gelişmesini  sağlamak ayrı bir tarzdır. Bu konuda uzun soluklu, sabırlı ve doğru ilkeler temelinde yürütülecek parti çalışmasının önemi bir kez daha ortaya çıkıyor. Konjuktürel ve günlük gelişmelerin etkisinde, ilkelerden uzak bir çalışma tarzı komünistlerin tarzı değildir.

Sendika yönetimlerinin burjuvazi tarafından şekillendirilmeye çalışılması, sendika aristokrasisi yaratılması, işverenlerin satın aldığı sendika yöneticilerinin varlığı yeni bir olgu değildir. Bu olgular, sendikal örgütlenmeler başladığından beri var olan olgulardır. Küçük ‘emek aristokrasisinin’ ekonomik temeli Lenin’e göre emperyalizmde ve onun olağanüstü kârlarında bulunacaktı. Lenin, 1920’de, Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması adlı eserinin önsözünde “emek aristokrasisinin” ekonomik temelinin emperyalizm döneminde, onun olağanüstü yüksek kârlarından kaynaklandığını yazarak şu tespitleri yapıyordu; “Besbelli ki, böylesine aşırı olağanüstü kârlardan yararlanarak, (bu kârlar, kapitalistlerin ‘kendi’ ülkelerinin işçilerinden sızdırdıklarına ek olarak elde edildikleri ölçüde) işçi liderlerini ve işçi aristokrasisinin üst tabakasını beslemek mümkündür. Ve ‘ileri‘ ülkelerin kapitalistleri onları beslerler. Onları binlerce farklı biçimde, doğrudan ya da dolaylı, açık ya da gizli olarak beslerler. İşçilerin burjuvalaştırılmış bu katmanı ya da gelir düzeyleri ve yaşam tarzları açısından tümüyle küçük-burjuvalaşmış işçi aristokrasisi İkinci Enternasyo¬nal’in asıl dayanağı ve günümüzde burjuvazinin temel toplumsal dayanağı olarak hizmet eder. Burjuvazinin işçi hareketi içindeki gerçek temsilcileri, kapitalist sınıfın işçi vekilleri, reformizm ve şovenizmin gerçek taşıyıcılarıdırlar.

Yine Lenin, 1916’da yazdığı ‘Emperyalizm ve Sosyalizm’deki Bölünme’ adlı makalede, ‘işçi aristokrasisinin’ doğası ile ilgili analizlerini sürdürür, ’işçi aristokrasisinin’ sendikalardaki temsili ve etkisini inceler; “İngiliz sendikalarının ‘kitle örgütleri’ ondokuzuncu yüzyılda burjuva işçi partisinin yanındaydı. Marks ve Engels, bu temelde onlarla anlaşmamalarına rağmen, ilişkilerini kesmediler. Çünkü öncelikle sendika örgütlerinin küçük bir proleter azınlığından ibaret olduğunun farkındaydılar. O zamanlar İngiltere’de, şimdi Almanya’da olduğu gibi, proletaryanın beşte birinden fazlası örgütlü değildi. Engels, eski sendikaların -ayrıcalıklı azınlığın- ‘burjuva emekçi partisi’ ile asıl çoğunluk olan ‘en alt tabaka’ arasında bir ayrım çizer ve onları ‘burjuva saygınlığı’yla alışverişe girmedikleri ölçüde muhatap alır. Bu Marksist taktiklerin özüdür! Proletaryanın ne kadarlık bir bölümünün sosyal-şovenistlere ve oportünistlere katıldığını ya da katılacağını bilemeyiz, kimse de bilemez. Bu yalnızca mücadeleyle ortaya çıkarılır; bu karara kesin olarak ancak sosyalist devrimle birlikte varılabilir. Ancak, emperyalist savaşta ‘vatan savunucularının’ yalnızca küçük bir azınlığı temsil ettiğini kesin olarak biliyoruz. İşte bu yüzden, eğer sosyalist niteliğimizi sürdürmek istiyorsak, daha aşağıya ve daha derine, gerçek kitlelere ulaşmak görevimizdir” der.

Bu gerçeklerden yola çıkarsak komünistlerin bütün bu sorunlara rağmen, işçi sınıfının en geniş kesiminin ve her tabakasının bir araya geldiği sendikalar konusundaki ilkesel tavrını görmek gerekiyor. Türkiye işçi sınıfı hareketinin yakın tarihi de bu alanda zengin deneyimlere sahiptir. 1967’de DİSK’in kurulması ve 1970 yılında gerçekleşen ’15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi’ ile Türkiye İşçi Sınıfı Hareketi önce sendikal alanda niteliksel olarak yeni bir düzeye yükselmiştir. Partimizin 1973 Atılım’ı ile sınıf içinde örgütlenmesini güçlendirmesi, parti örgütlerinin ve parti çevresinde gençler, kadınlar, aydınlar, memurlar, teknik elemanlar, öğretmenler, köylüler arasında yığınsal demokratik örgütlenmelerin oluşması, başta DİSK üyesi sendikalar olmak üzere tüm sendikalar içinde etkisinin artması bu döneme tekabül eder. DİSK üyesi sendikaların iş kollarında etkin örgütlenmesi ve yetki alabilmeleri için partimizin yürüttüğü çalışma örnek bir çalışmadır. Bu çalışmaların tümü işyerleri, fabrikalar, tersaneler, bankalar vs temelinde yürütülmüştür. Bu çalışmalar yürütülürken TÜRK-İŞ üyesi iş kolu sendikalarında ve onların örgütlü oldukları işletmelerde çalışmalar aksatılmamıştır. TÜRK-İŞ içinde ‘ilerici sendikaların’ varlığı ve dönem dönem DİSK ile dayanışma içinde olmaları bu yolla sağlanmıştır. KAVEL, PAŞABAHÇE gibi tek tek işletmelerdeki direnişler dışında sendikal hareket sınıf eksenine oturduktan sonra DİSK öncülüğünde yeni kurulan Devlet Güvenlik Mahkemeleri DGM’lere karşı başarılı ve sonuç alıcı ülke çapında bir direnişe imza atmıştır. DGM Direnişi ile işçi sınıfı en geniş örgütlü çevresi ile ülke politikalarına müdahale etmiştir. Elde edilen her kazanım, ister işletme ve fabrika düzeyinde olsun, ister iş kolu düzeyinde olsun, isterse de sendikal hareketin ülke çapında gerçekleştirdiği genel eylemler yoluyla olsun, direniş ile, mücadele ile, bedel ödeyerek elde edilmiş kazanımlardır. Partinin çalışmaları bir yandan sınıf hareketinin gelişmesine ve yükselmesine belirleyici katkı yaratmış, diğer yandan bu mücadeleler içinde ise Parti sürekli olarak güçlenmiş, politik etki alanı ve örgütlenmesi gelişmiştir. Bu koşullarda dahi, burjuvazi ile uzlaşma eğilimi gösteren sendika yöneticisi ayrık otları çıkmış, ancak mücadelenin içinde ayıklanarak yürümeye devam edilebilmiştir.

24 Ocak 1980 ‘Ekonomik Önlemler Paketi’ adı altında işçi sınıfına ve emekçi halklara dayatılmak istenen program, işçi sınıfının sert tepkisine yol açmıştır. Metal işçilerinin, DİSK üyesi T.Maden İş sendikası öncülüğünde, DİSK üyesi diğer iş kolu sendikalarının desteği ile başlattıkları MESS Direnişi burjuvazinin iktidarının temellerine vurmaya başlamış ve egemen sınıflar önce DİSK’in kurucu ve T. Maden İş Sendikası Genel Başkanı Kemal Türkler’i katlederek, ardından da ancak 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesi ile bu mücadeleyi bastırabilmişlerdir. Dönemin Koç Holding Başkanı Vehbi Koç, Kenan Evren’e onun için mektup yazarak teşekkür etmiştir. Egemen burjuvazi, 12 Eylül faşist darbesi ile kendi açısından başarı elde etmiştir. Ülkedeki tüm ilerici, devrimci örgüt ve kuruluşlara karşı yürütülen yasaklama, baskı ve terör dalgasında DİSK ve DİSK üyesi sendikalar yaygın tutuklamalar ile karşılaşmışlar, 52 DİSK yöneticisi idam istemi ile yıllarca yargılanmışlardır. İşyerlerindeki sendika temsilcileri, ileri işçiler, komünist işçiler ya tutuklanmış ve yargılanmış, ya da işlerinden atılmışlardır. Bu şekilde diğer görevlerinin yanı sıra faşist cunta temel olarak sınıf sendikacılığını hedef almıştır. Bu aşamadan sonra tüm iş kolları TÜRK-İŞ üyesi sendikaların denetimine geçmiştir. Aynı dönemde, 1984 yılından itibaren HAK-İŞ örgütlenmesi hız kazanmıştır ve büyümeye başlamıştır. Askeri Cunta döneminde dini görüşleri ağır basan işçi aristokratları eliyle HAK-İŞ’in güçlendirilmesi bir tesadüf değildir. Partimiz 1983 V.Kongresi ile birlikte bir yandan DİSK üzerindeki yasağın kaldırılması ve sendika yöneticilerinin serbest bırakılması için kampanyalarını sürdürürken, sınıfın sendikal örgütlenmesine açılım sağlamak açısından TÜRK-İŞ içinde örgütlenme ve parti çalışmasını geliştirme, işçi sınıfının sendikal birliğini gerçekleştirme çağrısı yapmıştır. Daha sonra  özellikle partimizin 90’lı yıllardaki likidasyon süreci ile bu süreç akamete uğramıştır. 90’lı yıllarda DİSK’in yeniden açılması ile sendikal alanda yeni bir dönem olanakları oluşmuş, TÜRK-İŞ içindeki çalışmalara ek olarak DİSK’in tekrar örgütlenmesi gündeme gelmiştir. Ancak partimizin likidasyon süreci, sendikalarda etkin olan öncü işçileri, komünist işçi önderlerini pusulasız bırakmış, yeniden açılan sendikalardaki yönetimlerin de zaafları ile DİSK 1980 öncesi DİSK olma niteliğini yeniden kazanamamıştır. Bu sancılı süreç bugün de sürmektedir. TÜRK-İŞ içindeki görece ‘ilerici’ sendikaların ve kimi DİSK yöneticilerinin arasında reformizmin yanı sıra şovenizmin etkilerini görmek bizi şaşırtmamalıdır. Lenin döneminde dahi dikkat çekilen bu özellik kapitalist düzen koşullarında bugün de etkisini sürdürmektedir.

Komintern IV. Kongresi belgeleri bu konuda zamanında şöyle bir tespit yapmıştır; “… Oportünist sendikalara ek olarak komünist eğilimleri değilse bile devrimci eğilimleri olan sendikaların da bulunduğu yerlerde, komünistler, bu devrimci sendikaları desteklemek, onlara sendikalist ön yargılardan kurtulmaları ve komünist bir bakış açısı kazanmaları için - tek başına bu bile ekonomik mücadelenin muammalarına karşı bir pusula olabilir - yardım etmek zorundadırlar.” Farklı düzeylerde sendika yönetimlerinin tutum ve icraatları konusunda kızgınlıkla sadece tepkisel yaklaşımlar içinde olmak komünistlerin tarzı olamaz. Komünistler, komünist olmaktan kaynaklanan niteliksel farklarının bilincinde olarak en gerici sendikalar dahil, her tür eğilimde sendikalar içinde çalışmalarını geliştirmek ile yükümlüdürler. Bu bir örgütlülük anlayışıdır. Komünist Partisinin sendikalara yönelik politikaları bunu emreder. İşyeri temelinde sendikalar kurmak, bölgesel sendikalar kurmak, bağımsız yeni sendikalar kurmak komünistlerin ilk tercihi olamaz. Gerektiğinde bu olanaklar kuşkusuz ki değerlendirilir. Burada ise kıstas sendikalara üye olacak işçilerin böyle bir örgütlenme ile daha ileri kazanımlar elde edip edemeyecekleridir. Ayrı bağımsız sendika kurup yetki dahi alamayacak örgütlenmelerin sınıf mücadelesine katkısı yoktur. Bu tür girişimler, ister siyasi örgütler, isterse de kişiler bazında olsun, ’kurucuların’ öznel gereksinim, çıkar ve isteklerini tatmin eden yapılar olmaktan öteye geçemez. Çok daha zor olmasına rağmen, tabanda çalışarak sendikada örgütlenen işçilerin gücüyle sendikaları ve onların yönetimlerine komünist sınıf politikaları doğrultusunda yön vermek temel yaklaşım biçimi olmalıdır.

Bu temelde değerlendirildiği zaman temel olarak DİSK’e bağlı iş kolu sendikalarında olmak üzere işyeri bazında hangi sendika örgütlü olursa olsun komünist sınıf politikalarını etkinleştirmek için çalışmak ve bunun sonucunda işçi yığınlarının çoğunluğunu her tür sendikal mücadele aracını değerlendirerek ikna ederek gerekirse TÜRK-İŞ üyesi sendikalardan DİSK üyesi iş kolu sendikasına geçişini sağlamak. DİSK üyesi iş kolu sendikalarında sınıf sendikacılığı ilkelerinin mücadelesini vermek komünistlere düşen güncel görevdir. Sendikal amaçlar için verilen mücadele aynı zamanda sınıf bilincinin gelişmesine katkıda bulunduğundan, işçi sınıfının sıralarında yaygın olan milliyetçi ve şovenist tutumları veya sömürüyü bir ‘kader’ olarak niteleyen felsefi alışkanlıkları aşma konusunda da önemli katkılar sağlar. Sendikal mücadele araçları, basın-yayın çalışmasından, eğitim çalışmasına, ev ziyaretinden, direnişe kadar tüm çalışma ve mücadele biçimlerini içermektedir. Türkiye Komünist Partisi’ni ifade edecek olan örgütlenme, partinin sınıf içinde örgütlenme düzeyidir. Sendikal alanda sağlanacak etkinlik sınıf içindeki parti çalışmasının doğal sonucudur. Burjuvazi’nin en çok korktuğu gelişim de işçi sınıfının sendikal örgütlenmesi yoluyla ücretlerin yükseltilmesi ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi için vereceği mücadeledir. Sosyal güvencesiz işçi çalıştırılmaması, taşeron sistemine işyerleri temelinde son verilmesi için mücadele edilmesi, haftalık çalışma saatlerinin düşürülmesi yoluyla yeni iş olanaklarının açılmasının ve işsizliğin azaltılmasının sağlanması işyerlerinde günlük parti çalışmasının köşe taşlarıdır. Ancak ‘iğne ile kuyu kazar gibi’ bu şekilde sürdürülecek politik amaçlı bir çalışma ile her fabrika, her iş yeri devrimci bir kale haline getirilebilir. Türkiye Komünist Partisi kadrolarının öncelikli görevi de budur.