150. Doğum Gününde Lenin Okumak

150. Doğum Gününde Lenin Okumak

Bu yıl 22 Nisan günü, Büyük Ekim Sosyalist Devrimi’nin Önderi, Dünya Komünist Hareketi’nin eşsiz lideri Vladimir İlyiç Lenin yoldaşın 150. doğum gününü karşılıyoruz. Tüm dünyada komünistlerin olduğu gibi Türkiyeli komünistler açısından Lenin düşünceleri ile ve bu düşünceleri yaşama geçirme yeteneği özel bir önem taşımaktadır. Sovyetler Birliği’nde Sosyalist toplum düzeninin 74 yılın sonunda bir karşı-devrim sonucu son bulması Lenin’in değerini azaltmamaktadır.

Lenin, Karl Marx ve Friedrich Engels tarafından geliştirilen Marksist kuramı Rusya gibi bir ülkede pratiğe geçirerek, ve de özellikle onların teorilerini Emperyalizm çağında geliştirerek, katkıda bulunarak Leninizm’in günümüzün Marksizmi olmasını sağlamıştır. Lenin bir dizi katkılarının yanısıra özellikle “Kapitalizmin En Üst Aşaması Emperyalizm” ile “Devlet ve Devrim” çalışmaları ile kuramsal anlamda Marksizmin geliştirilmesine eşsiz katkılar sağlamıştır. Bunun ötesinde reformizme ve düzen ile işbirliği sınırları içine sıkışan II.Enternasyonal “Sosyal Demokrat” partileri ile, onlar ile ideolojik bir hesaplaşma gerçekleştirerek III.Enternasyonalin kurulmasını sağlamış, Komünist Partilerin sınıf düşmanı ile uzlaşma içermeyen politik hattını çizmiştir. Bununla da yetinmeyerek, Komünist Partilerin sınıf mücadelesinde işçi sınıfının öncü politik örgütü olarak sahip olmaları gereken ideolojik, politik ve örgütsel ilkeleri hem kendi pratiğinde deneyerek yaşama geçirmiş, hem de kuramsallaştırmıştır. Bu nedenledir ki, bugün, “Yeni Tipten Leninci Parti” kavramını kullanıyoruz. Lenin, bu katkıların tümüne karşı çıkan “sağ” ve “sol” oportünist siyasal eğilimler ile ardıcıl bir ideolojik mücadele yürütmüş ve bunu eserlerine yansıtmıştır.

Dikkatle okuyup inclersek, Lenin’in döneminde karşılaştığımız tüm sorunlar ile bugün yine karşı karşıya kalmış durumdayız. Kuşkusuz ki zaman ve zamana koşut olarak koşullarda değişiklikler olmuştur. Bizler, zaten Lenin’in eserlerini ezberci bir anlayışla okumuyoruz. Lenin’in yaşadığı ve mücadele ettiği zaman ve mekan koşullarında ele alıyoruz. Ancak, bu eserlerin tümünde, zaman ve mekan koşullarından bağımsız ön görülerek ve daha sonra da uygulanarak doğrulanmış ve de teori katına yükselmiş ilkeler vardır. Bizim pusulamızı belirleyen temel ögeler de bu ilkelerdir.

Lenin’in Almanca ve İngilizce baskılarında 40, Rusça baskısında 55 cildi kapsayan Tüm Eserleri oturup da yazı yazmak için kaleme alınmış yazılar değildir. Lenin, 1893 yılında “ Köylülüğün Yaşamında Yeni Ekonomik Gelişmeler” makalesi ile başlayan tüm eserleri en son 2 Mart 1923’te Pravda gazetesinde yayınlanan “Tercihen Daha Az Ama Daha İyi” makalesi ile son buluyor. Eserlerini oluşturan yazıların önemli bir bölümü, somut nedenlerden dolayı yazılan mektuplar, yaptığı konuşmalar ve gazete-dergi makalelerinden oluşuyor. Bunların ötesinde Türkiye’de de kitap olarak tek tek eserler olarak basılmış ve tanınan eserleri mevcut. Bunları da dönemin mücadelesinin ihtiyaçları üzerine kimi zaman bir ay, kimi zaman da üç ayı kapsayan zaman sürelerinde incelemeler yaparak birer kitap oluşturacak şekilde yazmıştır. Bizlerin en yakından tanıdığı kitaplar da bunlardır.

Her eserin yazılmasının bir nedeni vardır. Ve şunu da atlamamak lazım. Lenin’in o günün somut koşullarında mesela 1905 yılında kaleme aldığı bir makale veya yaptığı konuşmada yaptığı değerlendirme ile aynı konuda 1918 yılında yaptığı değerlendirme farklılık gösterebilir. Bunu şu nedenle yazıyoruz. Sadece bir konuya bağlı kalarak, zaman, mekan ve mücadele koşulları dikkate alınmadan yapılacak bir okuma eksik kalacaktır. Bir konu daha var. Lenin’in eserleri roman okur gibi okunacak eserler değildir. Tarihsel gelişiminin ve mücadelenin gereklerinden koparılarak okuma yapmak hem yanlış anlamalara ve değerlendirmelere yol açabileceği gibi, aynı zamanda sıkıcı da gelebilir. Ama mesela Parti konusunda ilkeleri öğrenmek istiyorsak “Ne Yapmalı?” eseri veya devlet konusundaki görüşlerinini öğrenmek istiyorsak “Devlet ve Devrim” eseri, veya kapitalizm ve emperyalizm değerlendirmeleri konusunda derinleşmek istiyorsak “Kapitalizmin En Üst Aşaması Emperyalizm” eserlerini o amaçla ve o gözle okumak yarar sağlamaktadır.

Neki, mesele “Devlet ve Devrim” sorunu üzerine derinleşmek olduğunda, sadece o adı taşıyan eseri okumak ile yetinmemeliyiz. Lenin’in bir dizi makale ve konuşmasında somut koşullara bağlı olarak Devlet konusu ve Devrim konusu farklı yönlerine değinilerek ele alınmıştır. Bu detaylara inmek için de düzenlenecek eğitim çalışmalarında, ilgili konular ele alındığında, bu eserlerden bölümler okuma parçası olarak dağıtılmalı ve dersin konusuna bağlı olarak ödev olarak okunarak üzerinde tartışılmalıdır. Böylece bir kitabı baştan sona roman gibi okumak yerine, o konuda yetkinleşmiş yoldaşlarımızın katkıları ile eserlerin ana fikir olarak belirleyici yönleri okunup tartışılır ve eğitim sırasında veya sonrasında eserin tümünün okunması teşvik edilmiş olacaktır.

Bizim açımızdan, Lenin’in eserlerini okurken odaklandığımız noktaları da genellikle bizim mücadelemizin içinde bulunduğu durum veya mücadelemizin o dönemdeki ihtiyaçları belirlemektedir. Örneğin 70’li yılların sonunda Türkiye’de “sağ” ve “sol” oportünizm ile mücadele çok güncelken “ ‘Sol Radikalizm’, Komünizmin İçinde Bir Çocukluk Hastalığı” eserini o dönemdeki sorularımıza ve tartışma ihtiyaçlarımıza koşut olarak okuma yapmıştık. Bugün aynı eseri tekrar okuduğumuzda, aynı noktalara dikkat verirken, farklı konulara, mesela eserin yazıldığı Nisan-Mayıs 1920 tarihlerinde Sovyet Rusya’daki sorunlara da ilaveten odaklanabiliyoruz. 70’lerde bu eserlerde kendimize reçeteler ve argümanlar ararken, bugün kitabın yazıldığı koşullar içinde ne amaçla yazıldığına daha fazla odaklanabiliyoruz. Bu deneylerimizi yeni Lenin okuması yapan genç yoldaşlarımız ile paylaşmak ve bu deneylerimizden yararlanmalarını sağlamak görevlerimiz arasındadır.

Kısacası, Lenin bize devasa bir bilgi ve deney birikimini miras olarak bırakmıştır. Ancak, Lenin’in bize bıraktığı mirası özümserken iki tür hataya düşmememiz gerekmektedir. Birincisi; Lenin’i okuyup anlamadan ve tarihsel bağlamı içinde değerlendirmeden, yazdığı eserlerin tümünden yaptığımız çıkarsamaları özümsemeden Lenin’i sadece bir “alıntı hastalığı” amacıyla okumamalıyız. Çevremizde karşılaştığımız örnekleri hepimiz biliyoruz. Lenin’i bir bütün olarak anlamadan ve özümsemeden, bilmem hangi eserindeki cümlesini, sayfa numarasına, satır sayısına kadar tekrarlayan ezberciler ile yaşamda pek çok kez karşılaşmışızdır. Bu tipler, kusura bakmayın ama “politik geveze” kategorisinden öteye geçemezler. Özünde kulaktan dolma bilgilerle hareket eden ikincilerden pek farkları yoktur. Sadece kendilerini daha iyi pazarladıklarını zannederler. İkincisi ise; Lenin’in bırakın bir eserini, bir makalesini bile okuma zahmetine katlanmadan kulaktan dolma bilgilerle ortalıkta dolaşanlardır. İki örnek de kötü örnektir. Genellikle sınıf mücadelesinin pratiğinden kaytaran ve bunu örtbas etmek için bu yöntemlere başvuranların pratiğidir. Halbuki, kimse Lenin’in eserlerini satır satır ezberlenmesini veya hangi kitabın kaçıncı sayfasında ve kaçıncı satırda ne yazdığını merak etmiyor. Önemli olan Lenin’in yazdıkları ve savunduğu düşüncelerin metodolojisini kavramak ve özümsemektir. Ve Lenin sadece yazdıkları ile değil, yazdıklarını yaşamın pratiğinde uygulamayı başarabilmiş neredeyse emsalsiz bir örnek olduğu için önemlidir. Yazılarındaki kuramsallığı içeren, taktik ve stratejik tespitleri ve de onların yaşamda nasıl karşılık bulduğunu anlamamız gerekmektedir. Lenin’in yöntemini iyi anlamalıyız. Onun için de Lenin’i yaşayarak, mümkünse tartışarak okumalıyız. Eğitim seminerleri ve derslerin önemi bu noktada önem kazanıyor.

Ağır koşullarda çalışan bir işçi yoldaşımızın Lenin’i okuması ve özümsemesi daha farklı yöntemlerle olabilmektedir. Öğrenim durumu yaşam koşulları nedeniyle kısa olmuş ve hatta hiç olmamış olan bir yoldaşımız da Lenin’i özümsüyor. Ama yöntemi farklı oluyor. Birincisi; toplumda yaşadığı ağır sömürü koşulları altında Marx, Engels ve Lenin’in en genel anlamıyla yaptıkları ekonomik analizlerin sonuçlarını kendi yaşamında görüyor. İkincisi; bu sorunların çözülmesi için yapılması gerekenleri, nasıl bir toplum yapısına ihtiyaç duyduğumuzu belki de çok okuyan eğitimli yoldaşlardan daha iyi anlıyor. Üçüncüsü; bu amaca ulaşmak, savaşsız, sömrüsüz ve sınıfsız bir dünya kurmak için nasıl mücadele edilmesi ve hangi araçlara ihtiyaç duyulduğunu biliyor. Kısacası, Kapitalizmin sömürücü yapısının analizi, buna karşı Sosyalizmin gerekliliği ve bunun için sınıf mücadelesinin sınıfın öncü politik örgütü, Komünist Partisi ile verilmesi gerektiğini çözümlemiş oluyor. Bu yoldaşlarımıza, -ki çoğunluktadırlar-, kendilerine zaten yaşayıp öğrendikleri konuların bilimsel anlamda teyidini aktaracak eğitim çalışmaları ile yaklaşmak gerekiyor. Marksizm-Leninizm sadece işçi sınıfının dünya görüşü değil, aynı zamanda bir bilimdir tespitini yaparken, aslında kendi bilimini işçi sınıfına sadece kendi yaşamı ile özdeşleştirerek aktarmaktan söz ediyoruz. Kendi yaşanmışlıkları, duygu ve düşünceleri ile zaten bu bilimin öznesi olan işçi yoldaşlarımız, böylece bu bilimin gerçekliğini ve evrenselliğini kavrayarak tam olarak ifade etmek gerekirse mutlu oluyorlar, büyük bir haz duyuyorlar, kendilerine güvenleri artıyor, yaşadıkları sorunlara bakış açıları değişiyor ve yaşamları boyunca içinde bulundukları zor koşullar nedeniyle tamamlayamamış oldukları öğrenim ve eğitimin birkaç katına sahip oluyorlar. Bu yoldaşları anti-Marksist, anti-Leninist konumlara çekmek çok zordur, hatta mümkün değildir.

Bir de kendini “entellektüel” olarak adlandıran, işçi sınıfının aydını olarak gören örneklerimiz var. Bu konuda da karşılaştığımız örnekler az değil. Her konuda fikri olduğunu zanneden, Marx, Engels ve Lenin konusunda en yüksek perdeden atıp tutan, yazan çizen bir yoldaşa kimi “sağ” veya “sol” oportünist bir kuruluş veya yazar tarafından yazılmış, içeriği çok Marksizm-Leninizm’in profesyonelce çarptılmış olduğu bir yazı veya kitabı verin ve o yoldaşın o konuda yanıt yazmasını, o yazı veya kitabı eleştirmesini isteyin. Sonuç alamazsınız. Yazamaz. Çünkü ne Marx’ı, ne Engel’i, ne de Lenin’i anlayarak özümsememiştir. İşte böylelerine “politik geveze” veya “cep ajitatörü” diyoruz. Bu modeller, farklı sebeplerden dolayı okuyamamış ve eli kalem tutmadığı için yazamayan işçi yoldaşlarımız ile karşılaştırıldığında, aslında işçi yoldaşlarımızın çok gerisindedirler. Ezberci, slogancı, popülist stilleri ile içi boş saldırgan, her şeyi eleştiren, sekter bir dil kullanan kendini beğenmiş modeller çok tehlikelidir. Bu tipler örgütlü çalışmaya da yatkın değillerdir. Kural tanımazlar. Her şeyin en iyisini kendileri bilirler. Zora gelince de bir bahane bulup kaçarlar. Kaçarken de suçlarlar. İşçi sınıfının öncü politik örgütünün sıralarında böylelerine yer yoktur. Olacaksa da, bu eksik ve yanlışlıkları kendileri ile açıkça tartışılıp, bu yanlarını törpüleyip gidermeleri sağlanmalıdır.

Genç kadın ve erkek yoldaşlarımızın gerekli donanımlarını sağlayabilmek amacıyla yeni yöntemler geliştiriyoruz. Sadece merkezi eğitimlere bağlı kalmadan, merkezi olarak planlanmış ve programlanmış, ancak eğitime katılacak genç yoldaşlarımızın çalışma ve öğrenim için ayırmaları gereken zamanları da dikkate alarak, onları sıkıcı seminerlere boğmadan “Okuma Grupları” biçimde örgütlü olarak eğitimler düzenliyoruz. Bu yıl gerçekleştirdiğimiz “IV. Kadri Erol Yoldaş Komünist Hamlesi” sürecinde bu konulardaki eksiklerimizi tespit ettik ve onları giderme yönünde kararlar aldık. Çalışmak ve eğitimini sürdürmek durumunda olan genç yoldaşlarımızın koşullarına uygun önlemler almak zorundaydık. Bu yöntem aynı zamanda ülkenin çeşitli illerinde ve ilçelerinde belirli bir program ve planlamaya uygun olarak gerçekleştirilebilecektir. Eş zamanlı olması gerekmeyen, konular ve programları farklılaşan eğitim çalışmaları, böylece ihtiyacı karşılayacak bir şekilde yaşama geçirilebilecektir. Eğitimcilerin merkezi olarak eğitilmesinin yanısıra, uzaktan eğitim teknikleri devreye alınarak ülkenin her yerine aynı nitelikte ve yoğunlukta eğitim vermeyi gerçekleştirebileceğiz. Bu konuda gerekli kararlar ve altyapı önlemleri alınmış, içeriklerin hazırlığı sürmektedir.

Sonuç olarak söylenmesi gereken şudur: Herkesin kendine göre bir Lenin’i olamaz. Herkes Lenin’i kendi anladığı gibi tasvir edemez. Lenin kuramsal olarak geliştirdikleri ve onları yaşamın pratiğine geçirip evrenselleştirdikleri ile ortaya bir ilkeler manzumesi ve bir kuram çıkarmıştır. Bunu anlayıp özümsemenin farklı yöntemleri vardır. Mesele Lenin gibi düşünmeyi ve yaşamayı bir hayat tarzı olarak içselleştirmektir.

Komünist şairimiz Nazım Hikmet bu konuyu en iyi anlatan dizeleri bir araya getirmiştir ve der ki;

komünistler, bir çift sözüm var size:
ister devlet başında olsun, ister zindanda
ister sıra neferi, ister parti katibi,
lenin girebilmeli, her zaman, her mekanda
işinize, evinize, bütün ömrünüze
kendi işi, öz evi, kendi ömrüymüş gibi.

Lenin’in 150. doğum gününde Lenin’i anlamak, Lenin’in düşüncelerini yaşama geçirmek için yapmamız gerekenlerin yarısıdır. Göreceğiz ve yaşayacağız ki, Lenin’i ne zaman daha iyi anlarsak sınıf mücadelesinin kalıcılığı ve sürekliliği açısından da o kadar daha fazla yol almış olacağız. Ve yine göreceğiz ki aramızdan daha az dönek çıkacak.