Hapis, Kan, Ateş... ONBEŞLER’in Mücadelesini Durduramaz!

Hapis, Kan, Ateş... ONBEŞLER’in Mücadelesini Durduramaz!

Sınıf savaşı çetindir… Tarihsel süreçlerin emek sermaye mücadelesiyle biçim aldığı dönemlerinde komünistler hep düşmandı;  katledildiler, işkenceden geçirildiler, sürgün yaşadılar. Tarih bizleri böyle andı. Ama boyun eğmeyenler olarak en saygın yerinde bayraklaştırarak.

Birinci Dünya Savaşı’nın ön günlerinde Alman Sosyal Demokrasinin ihaneti 1919 yılında R. Luxemburg ve K. Liebknecht’in acımasız katline varınca, gözü dönmüş burjuva cellatların korkularının kimler olduğu da netleşmişti. Kapitalizmin sömürü, yağma ve savaşsız yaşayamayacağı anlaşılınca, bunun karşısında duran gerçek güç komünistler yalanla, oyunla düşman ilan edilmeliydi.

Dünya komünist önderlerinin acımasız katli ilk değildi… Komünistler Birliği, Enternasyonal ve Paris Komünü deneylerinden geçenler gelecekte de böylesi tehlikeleri yaşayabilecekleri bilinciyle ateş boylarında savaşın içine dalmaktan korkmadılar…

Birinci Dünya Savaşı sonrası işgal edilen ülkemizde de emperyalistlere karşı ilk karşı duran komünistler oldu. Türk burjuvazisinin en karlı hesaplar arayışıyla emperyalistlerle pazarlıkları sürerken, Ege’de çetelerin, İstanbul’da liman ve tersane işçilerinin işgal karşıtı savaşımını yönlendiren komünistlerdi. Anadolu halk hareketi öyle boyutlara ulaşmıştı ki kapitalist blokta yer edinme uğraşısındaki genç Türk burjuvazisinin ilk hedefleri olacaktı… Mustafa Suphi ve 14 yoldaşının katli böylesi bir sınıf çatışkısının sonucu tıpkı yoldaşları Luxemburg’lar gibi planlanmış sinsi bir tuzakla gerçekleşecekti…

M. Suphi, gözü perdelenen kalabalık bir güruhun işkenceleriyle Karadeniz’e atıldığı Trabzon sancağına bağlı Giresun kazasında doğdu. İlk ve lise öğreniminden sonra, İstanbul’da hukuk öğrenimini tamamladı. Daha sonra Paris’te sosyoloji öğrenimi gördü. Yurda dönünce İttihat Terakki’nin ülkeyi emperyalist savaşa itmesine karşın kamuoyunda yankı bulan yazılar kaleme aldı. Bunun üzerine uydurma “devlete suikast” suçlamasıyla Sinop kalesine hapsedildi.  Buradan Rusya’ya kaçtı… 

1917 yılı başlarında Rusya devrimin şafağındadır. Düşman bir devletin yurttaşı ve savaş esiri olarak Kaluga’da, sonraları Ural’da  tutulan M. Suphi, Ekim devriminden sonra Moskova’ya döner. Suphi’nin Bolşevikliği benimsemesi, yeni Sovyet devleti yanında yer alması milliyetçi Türklerin ve paşaların tepkisiyle karşılaşır. Çeşitli yalanlarla karalanmaya çalışılır. Bir avuç Bolşevik ve sosyalist müslümanla doğu şovenizmine karşı mücadele eder. Komintern çalışmalarına delege olarak katılır. Rusya’da devrimi koruma ve karşı-devrim saldırılarına karşı aktif görevler üstlenir. Türk savaş esirleri için sosyalist “Yeni Dünya” yayın organını oluşturur. Bu dergide sosyalizmi öğretmenin yanında, Türkiye’nin milliyetçi-burjuva hükümetine karşı yoğun propaganda yürütülür. “Yeni Dünya” çevresinde sağlam bir Türk Marksistleri çevresi oluşmuştur.

M. Suphi’nin çalışmaları Türkiye’ye kadar yayılır. Ülkeye gidip gelen gemiler kanalıyla Ankara, İstanbul’daki komünistlere ve işgale karşı savaşan çetelere kadar “Yeni Dünya” ve broşürler ulaştırılır. Ekim Devrimi sonrası Anadolu’da ve bir dönem Almanya’da Spartakistler ile ilişkili olan Marksistler kanalıyla İstanbul’da etkin komünist guruplar oluşur. 1920 yılına gelindiğinde işgale karşı savaşımda önemli bir güç haline gelen komünistlerin partisini kurma koşulları oluşmuştur. Böylesi bir zemin üzerinde 10 Eylül 1920 de Türkiye Komünist Partisi kurulur.

Genç Sovyet devletinin emperyalist işgale karşı desteği 1. BMM’sinde komünistlere önemli prestij kazandırmış, Komünistlerin Anadolu halk hareketiyle bağlaşması belirleyici noktaya ulaşmıştı. Türkiye Komünist Partisinin Programında ülke için siyasi çözümün Federatif İşçi-Köylü-Asker Şuraları biçiminde belirlenmesi ülkedeki milliyetçi burjuva hükümetinin uykularını kaçırıyordu… Mustafa Suphi bu koşullarda ülkeye dönmeye karar verdi…

Yurt dışında bir parti temsilci gurubu bırakarak Merkez Komitesi ve bir komünist taburla işgale karşı savaşıma katılmak için Suphi yurda dönme hazırlığına başlar. Daha ilk adımda engelle karşılaşır. Komünist tabur yurda ulaşamaz. Bunun üzerine parti yönetimiyle ülkeye girme kararı alınır… Güdümlenmiş dinci-milliyetçi güçler Erzurum’da bekletilmektedir. Daha il girişinde yalanlarla sokağa dökülen halk protestoya başlar.  Azgın bir anti-komünist yalanlar rüzgarı estirilir. Ankara hükümetinin adım adım izlediği süreç, Türk Burjuvazisinin emperyalistlerle bağlaşma adına halkın bağımsızlık mücadelesine yönelmiş sinsi bir hançere dönüşmüştür. Adeta esir alınmışlardır. Trabzon’a yönlendirilen komünistler yol boyunca uğradıkları hakaret ve şiddetle inançları esir alınmak istenmektedir aslında. Bunun bilincindeydiler. Trabzon limanında yönlendirildikleri takaya binerken başları dikti…

Taka ile denizin kara sularına açıldılar. Düşmanın kalleşçe kurduğu tuzakta silahlara karşı yumrukla, bedenleriyle ölümüne savaştılar… N.Hikmet’in söylediği gibi: “Onlar, halkının yetiştirdiği en bilinçli insanlardı. Sadece en bilinçli değil, en yiğit insanlardı.”

Suphi ve 14 yoldaşının katli Türkiye bağımsızlık ve sosyal kurtuluş mücadelesinin önünün kesildiği bir tarihtir de aynı zamanda… Tarih çarpıtılır, ama yaşam kendi yolunda akar ve ona yalan söyletemezsiniz… Bugün komünizm adına boy gösteren yapı ve öbekler utangaç bir reddiye üzerinden Suphi’lerin cellatlarına tapınırken, tarihimizi, komünistlerin yüz yıllık verdiği onurlu mücadeleyi gizleyemediler. TKP’nin Birinci Kongresi’nin ilkeleri üzerinde merkezi bir yapıya kavuşan Türkiye  komünistlerinin ilkesel zemini Marksizm-Leninizm’di … Bu gün hala burjuvazinin goygoyculuğu ve ‘birlik’ üzerinden kendilerine alan açmaya çalışanlar Mustafa Suphi’nin açtığı yoldan oluşan Türkiye Komünist Partisi’nin Birinci programını hatırlamalıdırlar…

  • YAŞASIN MARKSİZM-LENİNİZM ve  M.SUPHİ’NİN BOLŞEVİK YOLU.
  • YAŞASIN TÜRKİYE KOMÜNİST PARTİSİ.