Büyük Ekim Sosyalist Devrimi’nin 108’inci yıldönümündeyiz. Lenin “devrim işçi sınıfının, halkların bayramıdır” demişti: Bayramımız kutlu olsun!
O gün Çarlık askerleri, yani Bilen yoldaşın tabiriyle “kaput giymiş köylüler” Birinci Dünya Savaşının amansız günlerinde, bombalardan daha çok bitlerden, pirelerden milyonlar halinde kırıldıkları siperlerde “kardeşleşme” sloganıyla ayağa kalktılar,
haki üniformaları kızıla döndü, Petrograd’da Bolşeviklerin etrafında birleştiler. Putilov fabrikasının işçileriyle birlikte, “bütün iktidara Sovyetlere” ve “barış, ekmek ve toprak” diyerek Kışlık Saray’a yürüdüler ve “feodal emperyalist” Rus egemenlerinin iktidarına son verdiler.
Ekim Devriminin tanığı John Reed kitabına “Dünyayı Sarsan On Gün” başlığını koydu. O gün Smolni Sarayı “operet subaylarının” şampanyalarının patlama seslerinin yerine, devrim bayramını kutlayan İşçi ve Asker Sovyetleri temsilcilerinin silah sesleriyle inledi.
Aradan 108 yıl geçti. Bugün artık ne Sovyetler Birliği var, ne Kızılordu’nun Hitler savaş makinasına karşı kazandığı zaferden sonra kurulan sosyalist dünya sistemi… Şimdi bütün devlet saraylarının kışlık ve yazlık saraylarında karşı devrimin birbirine karışmış kirli renklerinden bayraklar dalgalanıyor. Bu bayraklarda sosyalizme karşı başardıkları “karşı devrimi bayram ilan eden” burjuvazinin sosyal demokrat bayraklarındaki “pembe renk”, muhafazakarların bayraklarındaki “sarı renk”, ekolojist partilerin bayraklarında “yeşil renk” her geçen gün biraz daha soluyor ve henüz gamalı haçla süsleyemeseler de, faşist partilerin “siyah” bayrakları dünyanın dört bir tarafında, kah popülist, kah otokrat, kah Evangelist, kah İslamcı isimler altında dalgalanıyor. Bizdeki kara bayraklı rejimin ismi “Erdoğan faşizmidir.” TKP öncülüğünde “DGM’yi ezdik sıra MESS’de” diyerek genel grevler giden, fabrikaları işgal eden,1 Mayıs alanlarını dolduran, sokakları “Enternasyonal” marşıyla inleten işçi sınıfı örgütsüz, sınıf işbirlikçi sarı sendikaların ihanetiyle işsizliğin, sömürünün karşısında elleri kolları bağlı.
İnsanlığın bayramı yasa dönmüştür. Berlin Duvarı’nın yıkıldığı gün “tarihin sonu geldi”, “devrimler çağı bitti”, Marksizm-Leninizm’i çöpe atalım, kızıl bayrakları dürelim diyenler, burjuvazinin karşı devrim bayramının sofrasındaki kırıntıları kapışanlar şaşkın. Dünyanın bütün likidatörleri, bunların bizdeki sözde “yenilenmeci” gerçekte inkarcı temsilcileri, işleri bittikten sonra bu karşı devrim sofralarından kovulmuşlar. Hiç kimsenin duymadığı, duyanın anlamadığı bir şeyler sayıklıyorlar. Bize “duvarın altında kaldınız” diyen “dönekler”de artık ne ses var ne nefes.
Evet, Marksist-Leninist devrim teorisi Ekim devrimiyle doğrulandı, dünyanın bütün proletarya devrimleri bu teorilerin kılavuzluğunda zafere ulaştı. Paris Père Lachaise Mezarlığındaki Komünarların, Beyaz Orduların başlattığı iç savaşta toprağa düşen her milletten, bu arada Mustafa Suphi alaylarında savaşan Türk ve Kürtlerden, Anayurt savaşında, “Moskova önlerinde”, Stalingrad’da, Leningrad’da en son Berlin’de savaşan her milletten toprağa düşenlerin hatıraları önünde saygıyla eğiliyoruz.
Sovyetlerle kardeşlik ilişkisi içinde mücadele eden ve Marksist-Leninist teorileri benimseyen ya da benimsemenin eşiğinde bulunan ulusal kurtuluş savaşçılarını, Enkrumahları, Lumumba’ları, Cemal Abdül Nasırları, Bin Bellaları, Roj Hilat Mahabad Cumhuriyetinin kurucu önderlerini ve diğerlerini saygıyla anıyoruz. Paris Komününden sonra dünya devrimci süreci sosyalist dünya sistemi sona erdiği güne kadar Marksizm-Leninizm’in ve Proletarya Enternasyonalizmi’nin bayağı altında yürüdü.
Evet, Lenin’in devrim hayali gerçek oldu, ama onun hayal ettiği “devlet olmayan devlet” dediği, partinin değil, Sovyetlerin egemenliğindeki “proletarya diktatörlüğü” hayali ne yazık ki gerçekleşmedi. Devlet iktidarını ele geçiren işçi ve askerler, devlet cihazını “parçalayamadı”, halkın öz savunmasını sağlamak üzere orduyu dağıtıp tüm halkı silahlandıramadı, devlet aygıtındaki bürokratik işleri, valiliği, fabrika müdürlüğünü, Merkez Bankası yönetimini, Genel Kurmaylığı, polis şefliğini münavebeyle işçilere veremedi, bürokrasinin bir kast haline gelmesini önleyemedi. Devlet adım adım Sovyet iktidarı olmaktan çıktı, parti iktidarına dönüştü ve bu yönetim bürokratik bir kasta dönüştü. Sovyet halkı da adım adım politik hayattan uzaklaştı. Sovyetlerde karşı devrim SBKP’yi ve diğer sosyalist ülkelerdeki komünist partilerini tasfiye ettiği gün, ahlaki ve siyasi toplum olmaktan çıkan halk bu partileri tek bir ayaklanma ile dahi savunmadı.
Biz komünistler Sovyet siyasi sisteminin bu trajik sonunu yine Marksist-Leninist teorinin ışığında bilimsel ve eleştirel yöntemle incelemeye devam ediyoruz. “Reel sosyalizme” yönelik eleştirilere önyargıyla yaklaşmıyoruz. Aynı zamanda Ekim Devrimiyle birlikte var olan sosyalizm pratiğinde emekçilerin muazzam kazanımlarını asla gözardı etmiyoruz. Ve insanlığa şöyle haykırıyoruz:
Birinci Dünya Savaşında bilinçli işçi kitlelerinin umudu Rusya’da Bolşeviklerin ve Avrupa’da Spartakistlerin devrimindeydi. Spartakistler yenildi, Bolşevikler zafer kazandı, barış umudu o nedenle canlı kaldı. Naziler tüm Avrupa’yı istila ettiği zaman yine umut Sovyetler Birliği’ndeydi. Reichstag’da kızıl bayrak dalgalandığı zaman savaş kabusu sona erdi. Truman’ın Britanya ile planladığı Dropshot Planı!nın Nagazaki ve Hiroşima’dan sonra Moskova’yı yok etme amaçlı uygulanacağı bir sırada Sovyetler emperyalizmin nükleer tekelini kırdığı gün, insanlık bir nükleer yok oluştan, “dehşet dengesi” dense de böyle bir dengeyle kurtulma imkanını coşkuyla karşıladı. Emperyalizm atom silahını bir daha kullanamadı.
Şimdi Üçüncü Dünya Savaşının yeni aşamasındayız. Bütün küresel ve bölgesel devletler nükleer silahlarla donanıyor. Birbiriyle her an savaşmaya hazır olan Hindistan ve Pakistan birer nükleer devlet. İran nükleer silah peşinde. Türkiye nükleer santralleri nükleer bomba üretmenin ilk aşaması olarak inşa ediyor. Trump yeniden nükleer bomba denemelerini başlatıyor. Putin NATO’yu nükleer gücüyle tehdit ediyor. Asıl hedef olan Çin Halk Cumhuriyeti dev bir nükleer güç.
Unutmayın! Berlin Duvarının yıkılmasından birkaç ay sonra Üçüncü Dünya Savaşı’nın ilk adımı ABD’nin Irak’a savaş açmasıyla başladı. Sovyetler ayaktayken Ortadoğu’ya giremeyen Yankeeler şimdi Gazze’de soykırım yapan İsrail’e birlikte hegemonyayı ele geçirdi. Irak, Suriye, Filistin, Lübnan safdışı edildi ve hedefte Türkiye-Azerbaycan ile İran arasında savaş var.
Evet, her şey var sosyalizm yok ve insanlık çaresiz, küresel medyanın elinde pasif oyuncaklara dönmüş. Dünya halkları ve işçi sınıfı Sosyalist dünya sisteminin yok olmasının açısını çekiyor, küresel emperyalist güçleri durduracak Sovyetler Birliği’nden yoksunlukla ne yapacağını bilemiyor.
Türkiye Komünist Partisi çareyi gösteren partidir; Ortadoğu’da yalnız savaş ve küresellerin hegemonyası yok, Kürdistan merkezli, giderek güçlenen bir devrimci süreç var. Bu süreçte kazanılan kadınların öncülüğündeki Kobane zaferi dünyanın dört tarafındaki devrimci güçlere ilham kaynağı oluyor. Avrupa’nın ve tüm kapitalist ülkelerin sahte “demokrasisinden” umudunu kesen genç insanlar bu devrimci sürecin saflarına koşuyor. Dünyada yeni bir Enternasyonal’e olan ihtiyaç kendini hissettiriyor, koşulları oluşuyor, hazırlıkları sürüyor. Uygarlığın beşiği Mezopotamya, tıpkı buğday gibi devrimci umut üretiyor.
TKP devrimci sürecin içinde doğdu, bugün de Kürt, Arap, Fars komünistleriyle ve Kürt yurtseverleriyle birlikte yine devrimci sürecin saflarındadır. Devrimci süreç, büyük zorluklarla ve ağır bedellerle ilerliyor. Henüz zaferin eşiğinde değiliz. Ama biz dünya savaşının bölgemizde bölgesel savaşlarla sürüyor olmasından, Lenin’in “emperyalist savaş, proletarya devriminin şafağıdır” dediği gibi “bölgesel savaşlar, bölgesel devrimlerin şafağıdır” sonucunu çıkarıyoruz. Ve buradan Rosa Luxemburg’un sözlerinden hareketle “ya bölgesel devrimle gerçekleşecek sosyalizm ya da barbarlık” diyoruz. Büyük Ekim Devrimi yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor.
Türkiye Komünist Partisi
Merkez Komitesi
7 Kasım 2025