Büyük Ekim Sosyalist Devrimi’nin 100. Yılı’nı karşılıyoruz. Fakat unutmamamız gerekir ki bu 100 yılın son 26 yılı Sovyetler Birliği’nde karşı-devrim sonucunda kapitalist üretim ve mülkiyet ilişkilerinin tekrar kurulduğu bir süreçte geçti. Eğer karşı-devrim yaşanmasaydı bugün sosyalizmin nasıl mükemmelleştirildiğini, daha yerine getirilmesi gereken görevleri ve belki komünizm kuruculuğuna yönelik somut hedefleri tartışıyor olacaktır. Olmadı, darbe yedik, yenildik.
Büyük Ekim Sosyalist Devrimi dünyada kapitalizmden sosyalizme geçiş çağını açan niteliksel bir değişiklik yaratmıştır. Paris Komünü deneyinden sonra, Çarlık İmparatorluğunun bütün kurumları ile yıkılıp yerine işçi sınıfının devletinin kurulduğu tarihsel bir sıçramadır. Ekim Devrimi ile dünyada ilk defa sömürülenlerin, ezilenlerin, yoksulların iktidarlarının uzun süreli yaşama geçmesi gerçekleşmiştir. Ekim Devrimi bu sömürü dünyasında başka bir dünyanın da mümkün olduğunu ispatlamıştır.
Türkiye’de komünist adını kullanarak örgütlenen yirmiden fazla yasal parti, yasadışı parti, grup, dergi, gazete ve dernek var. Aralarında kimileri de partimizin adını kullanıyor ve yasal olarak faaliyet yürütüyor. Bunun böyle olmasının asıl nedeni aradaki ideolojik farklılıklardır.
Son birkaç yılda ülke politikalarında ciddi değişikliklere bağlı “yenilikler” yaşanıyor. Çok fazla geçmişe girmeden sadece birkaç anımsamada bulunalım.
Yazımızın geçen sayıda yayınlanan birinci bölümünde işçi sınıfının içinde bulunduğu çalışma ve yaşam koşulları ile, burjuvazinin neo-liberal politikalar eşliğinde sınıf mücadelesini manipüle etmek için ürettiği yöntemlere değinmiştik. Bu sayıda ise, burjuvazinin bu manipülasyonları ve işçi sınıfı üzerinde yarattığı yanıltıcı etkiyi aşmak açısından işçi sınıfının politik örgütünün nasıl bir yaklaşım geliştirmesi gerektiği üzerinde duracağız.